Bugün sakin bir Anadolu kenti olarak bilinen Niğde, Selçuklu döneminde bambaşka bir kimliğe sahipti. 12–13. yüzyıllarda Anadolu’nun tam merkezinde yer alan şehir, hem ticaret yollarını hem de askerî geçiş hatlarını kontrol eden stratejik bir güç merkezi konumundaydı.
Selçuklular için Niğde, Konya’dan Kayseri’ye uzanan ana yolun kilidi niteliğindeydi. Bu nedenle şehre askerî birlikler konuşlandırılmış, bölgenin güvenliği için çeşitli Oğuz boyları yerleştirilmişti. Hem askeri operasyonlarda hem de lojistik faaliyetlerde Niğde, dönemin en önemli merkezlerinden biri olarak öne çıktı.
Selçuklu mimarisi, Niğde’nin şehir kimliğini en belirgin şekilde ortaya koyan unsur oldu. Bugün hâlâ ayakta duran eserler, dönemin sanat anlayışını ve ince işçiliğini gözler önüne seriyor:
Alaeddin Camii: “Taşa işlenmiş matematik” olarak tanımlanan taş işlemeleriyle Selçuklu sanatının zirve örneklerinden biri.
Niğde Kalesi: Dönemin savunma yapılarının en güçlü temsilcilerinden.
Hüdavent Hatun Türbesi: İlhanlı dönemine tarihlenmesine rağmen Selçuklu motiflerini yaşatan estetik bir yapı.
Bölgenin verimli toprakları, Niğde’yi Selçuklu ordusunun lojistik üslerinden biri hâline getirdi. Şehir, hem gıda temininde hem de askeri sevkiyatta kritik bir rol üstlendi. Moğol baskısının arttığı dönemlerde ise Niğde, halkın ve bölge ileri gelenlerinin sığınma merkezlerinden biri hâline gelerek yoğun bir hareketlilik yaşadı.
Tarihsel süreç boyunca Selçuklu’nun askerî, ticari ve kültürel dinamizmini aynı anda taşıyan Niğde, adeta Anadolu’nun kilidi olarak stratejik önemini korumuş bir şehir olarak öne çıkıyor.