Vaktiyle bir köy varmış, köpeksiz. Hani şu atasözünde geçen türden: "Köpeksiz köy bulmuş, değneksiz gezmiş."
İşte Niğde’de de öyle kurumlar var ki, bu sözü adeta yaşam felsefesi haline getirmişler.
Kentin bazı resmi dairelerinde öyle olaylara şahit oluyoruz, öyle şeyler duyuyoruz ki, insanın aklı almıyor. Devlet ciddiyeti bir yana, sanki memleketin malı babalarının çiftliğiymiş gibi davranan müdürler, müdür yardımcıları... Kendilerine yasalar yetmemiş olacak ki, her biri ayrı bir anayasa yazma derdine düşmüş.
Kurumun kapısından içeri girerken önce havanı alacaksın, sonra susacaksın.
Çünkü burada konuşan değil, boyun eğen makbul.
En küçük bir farklı fikir, ya da ufak bir hatırlatma bile onların gözünde "itaatsizlik suçu."
Ve sonra başlıyor senin dosyan kabarmaya: "Soruşturma 1, uyarı 2, iftira 3..."
Ne var ki çoğu zaman bu dosyaların içi değil, niyeti dolu.
Asıl beceriksizliklerini perdelemek için bazı personelin üzerinden egzersiz yapıyorlar adeta.
Bir gün Niğde’nin eski esnaflarından biri çay içerken şöyle dedi: "Evladım, devlette işin özü ciddiyettir. Müdür dediğin, hem adaletli olur hem de insan gibi davranır. Ama şimdi bakıyoruz, bazıları müdürlük koltuğunu taht sanmış. Yanındakilere ise cellat gibi davranıyor."
Oysa ne oldu?
Memurlar huzursuz, çalışanlar yorgun, vatandaş umutsuz.
Devletin kapısı güven kapısı olmalıydı, korku kapısı değil.
Belki de köpeksiz köy bulduklarını sanan bu değnekçiler unuttu:
Niğde sabırlıdır ama sabrın da bir sonu vardır.
Ve bir gün gelir, bu şehir susmaz. Bu şehir unutmaz.
Şimdi herkes bir aynaya baksın.
O koltukta oturmak sizi güçlü yapmaz.
Ama adil olmak sizi saygın yapar.
Korkutarak yöneten değil, güven vererek liderlik eden kazanır.
Niğde her şeyin farkında.
Sadece zamanı bekliyor.